Hazırlayan Hasan Hüseyin Çelikcan
Orta Asya’da Türkler Araplarla karşılaştıklarında; egemen çevreler-aristokratlar- islamlığı hemen kabul etmişler ve sünnîliği seçmişlerdir. Göçebe-Türkmen halk kitleleri ise daha sonra yer yer direnmeler ve çatışmalar sonunda islamlığı kabul etmişlerdir. Bunlar islamiyeti kabul etmekle birlikte şamani inanışlarından ve geleneklerinden vazgeçmemişlerdir. Kendilerine sığınan Hazreti Ali taraftarlarının etkileriyle aleviliği seçmişlerdir. Bu nedenle egemen çevrelerle anlaşamamışlar, sürekli çatışma durumunda kalmışlardır. Bir yandan egemen çevrelerin baskıları, diğer yandan doğudan gelen Moğol istilaları ile güneyden gelen Emevi baskıları sonucu göçebe Türkmenler; batıya doğru göç etmeye, XI. Yüzyılın başlarından itibaren boylar halinde Anadolu’ya girmeye başlamışlardır. Daha sonra da Selçuklular 1071 tarihinden itibaren Anadolu’ya tam olarak hakim olmuşlardır.
Kesin olarak bilinmemekle birlikte atalarımızın; göçebe Türkmen boylarından olduğu, Anadolu’ya gelerek Ardahan civarında uzun yıllar yaşadıkları sanılmaktadır.
Sayın Ahmet Özerdem’in araştırma ve incelemelerinde; Atalarımızın Karaözü’ne kadar olan yaşamları şöyle açıklanmaktadır:
“Kars, Ardahan civarında uzun süre yaşadıktan sonra konar göçer olarak Muş’a geldikleri, burada bir müddet kaldıktan sonra Malatya, Kahramanmaraş, Ceyhan, Adana ovalarına indikleri açıklanmaktadır. Göçerler olarak yaşadıkları için Adana ovalarında sıcak ve sinekten rahat edemezler. Özellikle şekavet (Grup halinde yapılan baskın ve soygunculuk, haydutluk) yüzünden Anadolu içlerine doğru yönelirler. Koyun, keçi ve sığır besleyerek hayvanlarıyla birlikte yaşarlar. Kendileri de çadırlarda barınırlar.“
Bu yer değiştirme sırasında hayvanlarına daha iyi bir otlak bulmak, kendilerine de emin bir mekan edinmek için Malatya’ya gelip Hekimhan’ın kuzey batısına, Sivas-Malatya kara yoluna yaklaşık altı yüz metre mesafede Kuruçay’ın batısında bulunan ormanlık alandaki büyük kaynağı bulup başına çadırları kurarlar. Burayı Muş’ta kaldıkları bir mekana benzeterek kaynağa Muştaki adını verirler. Daha sonraları bu isim halk ağzında değişerek “ Müşteki’ye“ dönüşür. Bu suyun başında fazla eğlenmezler. Bir buçuk kilometre batıdaki „Kantarma“ çeşmesinin başında yerleşik hayata geçerek Ardahan (Beykent) köyünü kurarlar. Adına da geldikleri, hala etkisinden kurtulamadıkları Ardahan’ın ismini verirler.
Söylenceye göre Ardahan ( Beykent) kurulduğu 1595 yılından 18. yüzyılın son çeyreğine kadar 7 defa İrişvan ( Rişvan, Bir çok kaynaklarda kürt olarak gösterilir. ) oymağının baskınına uğrarlar. Son baskında Atma Aşiretinin yardımlarıyla İrişvanlar ağır bir yenilgiyle karşılaşırlar .Bundan sonra İrişvanlar bir daha Ardahan’a yaklaşamazlar. Ancak Osmanlı’nın Anadolu’daki hakimiyeti ve halk üzerindeki otoritesi zayıflamış olduğundan diğer aşiretlerin ve boyların şekavetleri devam eder. Yerleşik düzene geçilmesiyle ilgili baskılar, göçerleri geçim sıkıntısına sokar. Bir yandan baskılar, geçim sıkıntısı, diğer yandan aşiret ve boyların saldırılarına dayanamayan Ardahan’lılar (Beykent) ve çevrelerinde bulunan Türkmen köylerinden bazıları 18. yüzyılın son çeyreğinde buradan göç ederek bugünkü Karaözüne yerleşirler. “ şeklinde açıklamaktadır.
Bundan böyle yapılacak açıklamaların kaynağı „Gökçam Tarihi“ ve bu tarihide kaynak olarak yorumlayan Sayın Ahmet Özerdem’in „Karaözü“ adlı yapıtı olacaktır. Yazının sonuna doğru da nüfus kayıtları esas alınacaktır.Bu nedenle yapılacak açıklamalarda kaynak göstermeye gerek olmadığı sonucuna varılabilir. Ancak tarihlerle ilgili önemli durumlarda kaynak açıklanacaktır.
Karaözü’ne; XVIII. Yüzyılın son çeyreğinde Malatya Hekimhan kazasının Ardahan (Beykent), Basak, Güvenç köylerinden gelerek yerleşen oymaklar burada tahminen otuz, kırk yıl kadar kalırlar.
XVIII. yüzyılın sonları ve XIX yüzyılın başlarında Anadolu insanı hiç rahat değildir. Devlet otoritesi kaybolmuş, herkes kendi güvenliğini sağlayacak bir ortam oluşturmuştur. Bu nedenle şekavet artmış, herkes birbirine düşman durumuna getirilmiştir. II. Mahmut yeniçeri ocağını kaldırmış (1826), yeniçeri ocağının Bektaşilikle olan bağları nedeniyle dergahlar talan edilmiş, postnişinleri öldürülmüş ya da mahkum edilmiştir. Alevilerin zaten olmayan huzurları tamamen yok edilmiştir.
19 uncu yüzyılın ilk yarısında (1800 – 1850) Anadolu’da, devlet otoritesinin olmadığı ve huzursuzlukların çoğaldığı bir dönem olduğu bilinmektedir.
Karaözü’nü terketme nedenleri
Karaözü çok önemli bir göç yolu üzerindedir. Önünden akan Kızılırmak üzerinde Selçuklular döneminden kalma „Şahruh“ köprüsü vardır. Bu köprü doğuyu batıya, göçerleri yaylaya bağlayan önemli bir geçittir. Atalarımızın Karaözü’nü terk etmeleri ile ilgili söylentiler bu köprü ile ilintilidir.
Birinci söylenti; Buraya yerleşen Türkmenlere çevre iyi bakmamaktadır. Yerleşik düzene geçen Karaözü’lüler hayvancılığın yanında çiftçilikte yapmaya başlarlar. Yaylacılar ilkbaharda Şahruh köprüsünü geçerek ekeneğini basar ve zarar verirler. Sonbaharda da aynı biçimde harmanlara ve araziye zarar verirler. Bu durum yaylacılarla köylülerin sürekli çatışmalarına neden olur.
Nihayet Kolcuoğullarından Fakı Veli çevrede sayılır birini ya da böyle birinin oğlunu öldürür. Sivas Valiliğince üzerlerine kuvvet gönderileceği, olaya karışanların cezalandırılacağı haberini alan herkes paniğe kapılır, can derdine düşerler. Olaya karışanlar harmandaki çeci (Savrulmuş, samandan ayrılmış, ancak elenmemiş buğday) bile kaldırmadan o gece Karaözü’nü kağnılarla terkederler.
İkinci söylenti; Oymaklar Karaözü’ne yerleştiği dönemde merkezi hükümet gücünü ve ağırlığını yitirmiş olduğundan Anadolu insanı hiçte rahat değildir. Yaşam tam bir kargaşadır. Eşkiyalık bir geçim kaynağı ve itibarlı bir iş haline gelmiştir. Karaözü’lülerde bu kargaşanın içinde ortama uyarak, Şahruh köprüsünde haraç almaya, yönelirler. Bunda hiçte başarılı olamazlar.
Hem haraççılık yapmak, hem de yerleşik durumda olmak Karaözü’nün sonu olur. Olay zamanın Sivas Valiliğine ihbar edilir. Yol kesip haraç alanlar herhalde cezalandırılacaktır. Bu tip olaylarda cezalar son derece ağırdır. Ya kelleler alınır ya da en kötü yerlere sürgün edilirler.
İhbarı alan Sivas beylerbeyi kolluk gücü göndererek olaya karışanları cezalandırmak üzere harekete geçer. Söylenceye göre kendisini Karaözü’ne yakın bilen ve inanılır biri bu durumu Karaözü’ne bildirir. Böyle bir haberi alan ve olaylara karışanlar can derdine düşerler. Büyük bir panik içinde, o gece harmandaki çeci bile kaldırmadan, yükte hafif, pahada ağır neleri varsa; alarak çoluk çocuk köyü terkederler. Bu olayda da Fakı Veli’nin birilerini öldürdüğünden söz edilmektedir. Bu nedenle Fakı Veli’nin bu tür olaylarda yönetici durumunda olduğu ortaya çıkmaktadır.
Karaözü’nden ayrılış ve Çorum’a yerleşmenin tarihleri konusunda biri diğerini tamamlayan belge ve kaynaklar vardır:
a. Ahmet Özerdem, „Karaözü“ adlı kitabında : XVI. Yüz yılın ikinci yarısında Malatya’nın Hekimhan kazasına gelerek Ardahan’a yerleştiklerini, burada uzun bir süre kaldıklarını, yukarda açıklanan nedenlerle XVIII. yüzyılın ikinci yarısında buradan ayrılarak Karaözü’ne gelip yerleştiklerini, burada otuz-kırk yıl kadar kaldıklarını, mal, mülk sahibi olduklarını önceki bölümde belirtilen nedenlerle buradan ayrılmak durumunda kaldıklarını açıklamıştır.
b. Gökçam’da: Molla Mehmet’in kitabında bulunan ve oğlu Hüseyin Hoca (Vural) tarafından açıklanan yazılı bir kaynak vardır. Bu kaynak esas alınarak Ahmet Sapaz tarafından hazırlanan „Gökçam Tarihi“nde; Gökçam’a gelişin yazılı bir tarihinin bulunduğu, bu tarihin Hicri 1242 olduğu ve Miladi tarihe çevrildiğinde 1826 tarihinde Gökçam’ın bu günkü yerine geldiği, yerleştiği açıklanmaktadır.
c. Çorum nüfus kayıtlarının 138 cilt ve 70 hane numarasında kayıtlı bulunan Solaklardan Hüseyin oğlu Bektaş Çelikcan’ın kendisi ve çocuklarıyla ilgili nüfus kağıt örneğinde; Bektaş Çelikcan’ın 1866 (1282) tarihinde doğduğu görülmektedir. Solakoğlu Hüseyin Kuşsaray’a geldikten sonra, Sorkoğlan’dan Danacı’ların kızlarıyla evlenmiştir. Bektaş Çelikcan dördüncü çocuğudur. Solakoğlunun yaşamı, yolda konaklamalarla geçen süre ve çocuklarının doğum tarihleri karşılaştırıldığında oymakların Kuşsaray’a yerleşme tarihinin „Gökçam Tarihi“nde verilen 1826(Hicri 1242) tarihine yakın bir tarih olduğu görülmektedir.
d. Kuşaklar arası yaşlarla ilgili bir hesaplama yapıldığında 1930’ lu yılların ortalarında doğan çocukların nüfus kayıtlarına göre 4 üncü kuşak olduğu görülecektir. Kuşaklar arası ortalama yaş 25 olarak düşünüldüğünde ilk gelenlerin çocuklarının doğumlarının 1830 -1840 yılları civarında olduğu yargısına varılabilir.Bu durumlardan göç olayının sonunda Kuşsaray yöresine yerleşimin, 1830 – 1840 yılları civarında olduğu sonucu çıkarılabilir.
e. Kuşsaray nüfus kayıtlarının incelenmesi sonucu, 1834-1842 tarihleri arasında ilk doğanların sayılarının arttığı görülmektedir.
Böylece Karaözü’nden ayrılan gurupların 1834- 1842 tarihleri arasında Çorum’a gelerek Kuşsaray’a ve diğer köylere yerleştikleri kesinlik kazanmaktadır.
Karaözü’ndeki oymaklar rahatsız edilip Fakı Veli olayı ve yukarda açıklanan durumlar oluşunca olaylara karışanlar burayı terk etmek zorunda kalırlar. Karaözü’nden panik içinde ayrılan köylülerden bir grup Fakı Veli önderliğinde, diğer bir grup ta Uz Ali önderliğinde yola koyulurlar.
Fakı Veli yanında bulunan yedi oymakla izini kaybettirmek amacıyla güneye, Adana yönüne doğru yola koyulur. Daha sonra kuzeye yönelerek Yozgat üzerinden Boğazkale’ye gelirler. Boğazkale Beylerinden sığınma hakkı ve yurtluk isteyerek “ Gökçam“a yerleşirler.
Fakı Veli Adana yönüne doğru giderken Uz Ali yanında bulunan yaklaşık 20 oymakla Bozok Sancağı ve Akdağ Madeni arasından geçerek Zile’ye gelir. Bir süre buraya yerleşmek için uğraşırlar.
Burada barınamayan oymaklar Merzifon’un bugünkü „Löştiğin“ köyüne gelerek çadırlarını kurarlar. (Löştigin köyü bugünkü Kuşsaray’ın 20-25 km doğusundadır.) Löştiğin umdukları gibi çıkmaz. Hem sıcak hem de bataklık olduğundan sivrisinek vardır. Yayla adamları bu duruma dayanamazlar. Bu nedenle burada fazla kalamazlar ve batıya doğru hareket ederler.
Uz Ali’nin askerliğini Çorum’da yaptığı, yürüyüş sırasında Kuşsaray’ın arazisini gördüğü, burayı beğendiğinden oymakları buraya getirdiği şeklinde bir söylenti vardır. Ancak bu tarihler Yeniçeri ocağının kaldırıldığı (1826), bugünkü gibi örgütlü bir askerliğin olmadığı bir dönem olduğundan böyle bir olasılığın olamayacağı açıktır. Bu nedenle oymakların bazı yerlerde konaklayarak raslantı sonucu buraya kadar geldikleri varsayımının gerçeğe daha uygun olduğu yargısına varılmaktadır.
Ahmet Özerdem „Karaözü“ kitabında buradan Çorum’un „kultak“ mevkiine yerleşirler. Kultak bu oymakların birlikte kaldıkları son mekandır. Burada 40 yıl kadar birlikte yaşarlar. 1840 yıllarında Palabıyıkoğlu’nun yardımlarıyla çeşitli yerlerde köyler kurarlar. Bir kısmı Kuşsaray ve Körücek’e göç ederken bir kısmı da Karacaören ve Sorkoğlan köylerine gidip ayrı, ayrı yerleşirler.“ şeklinde açıklamaktadır.
Gökçam’lı Molla Mehmet oğlu Hüseyin Hoca’nın yazısında ise:
„Bir kısmı Çorum’un „Kultak“ köyüne yerleşmişler, daha sonra Karaözü’ne geri dönmüşlerdir.“ (Kultak Kuşsaray’ın kuzeyinde, yaklaşık 5 km uzaklıktadır. Güney ve Boğacık köylerinin arkasında dağlık bir yöredir. Bugünkü köy halkı Kürttür.)
“Bir bölümü Kuşsaray’a yerleşmişler, diğer bir kısmı da Körücek köyüne yerleşmişlerdir.“ Şeklinde açıklanmaktadır.
Bu açıklamalar ve Kuşsaray’da süregelen söylentiler birlikte değerlendirildiğinde; Löştiğin den ayrılan oymaklar yaklaşık 1830’lu yıllarda Düvenci ovasına geldiklerinde; birbirlerinden ayrılırlar.
Beş oymak güneye yönüne doğru giderek „Körücek“ köyünü kurarlar. Birkaç oymak Körücek’in yakınlarında „Karacaören“e yerleşir. Bunlardan iki oymak daha sonra Gökçam’a giderler, diğerleri de Karaözü’ne geri dönerler. Bir kısmı Çorum’un „Kultak“ köyüne yerleşir, daha sonra Karaözü’ne geri dönerler. Eldeki kayıtlara ve söylentilere göre 13 oymağında Kuşsaray’ı kurdukları söylenebilir.
Kuşsaray’ı kuran oymaklar ilk geldiklerinde Kalenin güney yüzüne, Sultan Navruz’a çadırlarını kurarlar. Kale’nin kuzey ve doğu tarafı, sağmaca suyunun akarına kadar boş ve ova çayırlıktır. Kalenin eteğinde bir su kaynağı vardır. Bu kaynak ve etrafı Güney köylülerinin hayvanlarının eğrek yeridir. Bu nedenle Türkmenlerin buraya yerleşmelerini istemezler, karşı çıkarlar. O dönemde Palabıyıkoğlu nüfuslu ve oldukça güçlüdür. Sağmaca’da değirmenleri vardır. Türkmenlerin buraya yerleşmelerine köy yüzü hakkı da alarak yardımcı olur ve 1840’lı yıllarda bugünkü yerine yerleşirler.
Köyün adı yörenin tarihi yapısından gelmektedir. Köyün batısında yer alan ve adı „kale“ olan tepenin üzerinde çok eski çağlardan kalma Klasik dönemden olduğu sanılan harabeler ve ören yerleri vardır. Buranın bir kral kızı sarayı olduğu, adına da „Kız Sarayı“ denildiği, zamanla değişerek „Kuş sarayı“na dönüştüğü, köyün adını buradan aldığı söylenmektedir. Ancak, kalenin eteğinde bulunan kaynağın ve çevresinin zamanla „Kuşsaray“ adını almış olması ve köyün adının kaynaktan alınmış olması akla daha yakın gelmektedir.
Kuşsaray’ın nüfus kayıtları incelendiğinde göçlerle Kuşsaray’a 13 oymağın geldiği söylenti halinde günümüze kadar gelmiştir. Ancak nüfus kayıtları ile köyün yerleşim düzeni karşılaştırıldığında ilk yerleşim sırasında 22 oymağın geldiği, sonradan gelenlerle oymak sayısının 28 olduğu, bu oymaklardan 90 hanenin nüfus kayıtlarında yer aldığı görülmektedir. Bu 90 hanenin 12 sinin soyadı kanunundan (1934) önce (3-9-13-21-25-34-40-49-57-73-75-84), 12 hanenin de soyadı kanunundan sonra (7-10-12-14-19-42-68-77-80-83-85-90) oğlan çocukları olmadığından nüfus kayıtlarının kapandığı, böylece bu günkü nüfusun 66 haneden çoğalarak geliştiği sonucuna varılmaktadır.
Köye ilk gelen oymaklar ve soyadları şöyledir:
1.İsmail Kahyalar-Kara Veliler
Şener – Seçer,
Yüksel
2. Kılıçoğulları
Filiz, – Kılıç – Fidan
3. Ali Yusuf oğulları
Altınel – Altınok – İnce – Fındık – Punarcı
4. Mulla oğlu
Çalışır – Bener
5. Buçular (Mucuklar-Bıçakoğulları)
Bıçak – Özdemir – Eker – Erkan – İçbudak. – Yücel. Şahin – Öztaş – Yiğit – Hayta
6. Sarı imamlar
Ilıman – İlimoğlu – Kartal
7. Uz Aliler (Güloğlu)
Günal – Uçar – Sönmez
8. Hasankocalar (BalıYusuflar)
Uysal, – Koca – Köksal – Çetin – Ünsal
9. Hotanlılar (Deliyusufoğlu)
Bektaş- Özcan- Öztürk- Koçak- Özkan-Topçu -Rol
10. Gökşenler (Yusufoğlu)
Gökşen – Esgici – Ceylan
11. Köseler
İpek – Ceyhan – Renkli – Özkan
12. Hardallar
Hardal – Birdal – Erdal – Sevin
13. Alikahyalar (Kolukısaoğlu)
Meriç – Kolukısa – Yıldırım – Tükengün – Atak – Doğangün – Koluuzun – Demir
14. Karadervişler
Öncel – Karataş – Akkaş – Başkavak – Taşer – Emektar- Karakuş – Külcü – Atçal
15. Solaklar
Keser – Çelikcan – Çelik – Karameşe
16. Kasım oğulları
Bingül – Bilgin
17. Uzunmustafalar
Pamuk – Gül
18. Hakverdioğlu (Hüdaverdioğlu)
Tanrıverdi
19. Çobanoğlu
Gül
20. Bekiroğulları
Karakurt – Daşdemir
21. Culhaoğlu
Çalgıcı – Dokur
22. Aydınoğlu Aydın
Nüfus Kayıtlarına göre sonradan geldikleri varsayılanlar :
- Aşuroğulları
- Duduoğulları
- Saklavcılar
- Aşcı, Keskin
- Ünkap
- Saklavcı
- Sarıkayalar
- Sağlıcaklar
- Ali
- Aydın
1932 yılından itibaren köyde okulun açıldığı ve eğitimin başladığı bilinmektedir. 1938 yılına kadar eğitim muhtelif yerlerde yürütülmüş, bu tarihte köye eğitmen görevlendirilerek köy okulu yapılmıştır ( Eski Okul). 1944 yılında bir öğretmen görevlendirilerek beş sınıflı öğretime başlanmıştır.
1946 tarihinden itibaren köy okulunu bitiren öğrencilerimizden bir kısmı Köy Enstitüsüne gitmiş, 15 köylümüz bu Enstitüyü bitirerek öğretmen olmuşlardır.
Aynı tarihlerde ve sonrasında bir kısım öğrencilerimiz Amasya Gökhöyük Teknik Ziraat Okulunu bitirmişler, bunlardan bir kısmı banka memuru olurken, çoğunluğu Astsubay Okuluna giderek astsubay olmuşlardır.
Köyümüz çocuklarının eğitimi aralıksız devam etmiş, bu arada Çorum Lisesini bitiren iki öğrencimiz üniversiteyi bitirerek biri Ekonomist, diğeri doktor olmuşlar, kariyerlerini geliştirmişler, Profesör Doktor olmuşlardır. Bugün görevlerini başarıyla sürdürmektedirler.
Eğitime devam eden gençlerimizden daha sonra öğretmenler, müfettişler yetişmiş, başka kurumlarda da görev alan birçok memurumuz olmuştur. 1960’lı yıllarda kızlarımızın eğitimine önem verilmiş, çok sayıda ebe ve hemşire yetişmiş ve görev yapmışlardır.
Bugün köyde, Çorum’da ve diğer kentlerde bulunan ailelerimizin tamamı çocuklarının en üst düzeyde eğitim almaları için tüm güçlerini kullanmaktadırlar. Eğitim çağında bulunan gençlerimizin hemen hemen tamamı yüksek okul ve üniversitelerde eğitim görmektedir. Bu nedenle hiçbir köyde görülmeyen uzun bir öğrenci listesi karşımıza çıkmaktadır. Bu öğrencilerimizden bir kısmının ekonomik yetersizliklerle karşılaşması doğaldır. Bu duruma az da olsa bir çözüm bulunabilmesi için Ankara’da kurulan „Kuşsaray Dayanışma Derneği“ tarafından bir „Eğitim Fonu“ oluşturulmuştur. Yurt içinde bulunan köylülerimizin özverileri, yurt dışındaki köylülerimizin ve derneklerimizin önemli katkılarıyla beklenenin üzerinde ilgi görmüştür. Bir yönerge uyarınca yapılan değerlendirmelerle bir kısım öğrencilerimizin eğitimine parasal destek sağlanmıştır. Özverili köylülerimizin önemli katkılarıyla bu oluşuma devam edilecektir.
Nüfus arttıkça halk fakirleşmeye ve yaşam güçleşmeye başlamıştır. Bu nedenle 1960 yılından itibaren iş için göçler başlamıştır. Avrupa’ya işçi gönderme programı ile bizim gençlerimizde Avrupa’ya işçi olarak gitmeye başlamışlardır.
Bu işçilerimizden biri Danimarka’ya gitmiş, (Mümtaz Koçak) buranın işçi ihtiyacı olduğunu görmüş ve köylülerimizin büyük bir çoğunluğunun bu ülkeye işçi olarak gitmesini sağlamıştır. Danimarka’da iş hakkını alanlardan bir bölümü Almanya’ya geçmişler ve orada çalışmaya başlamışlardır. Bu işçilerimiz daha sonra eşlerini, çocuklarını ve yakınlarını da götürmüşlerdir.
İlk zamanlarda dil güçlüğü nedeniyle bulundukları ülkenin eğitim olanaklarından yeteri kadar yararlanamamışlar, işçi olarak çalışmışlardır. Zamanla dil durumu gelişmiş, ülkelerin eğitim olanaklarından yararlanma oranı artmıştır. Bugün Almanya’da ve Danimarka’da eğitim çağında bulunan gençlerimizin büyük bir çoğunluğu yüksek okullarda ve üniversitelerde eğitimlerini sürdürmektedir.
Şu anda: köyümüzün nüfusu oldukça azalmıştır. Köyde oturanların da Çorum merkezle bağlantıları vardır. Köyün beş sınıflı okulu kapalıdır. Çoğunluk Ankara’da olmak üzere İzmir, İstanbul ve Antalya’da köylülerimiz vardır. Ayrıca İzmir Karaburun ve Aydın Didim’de köylülerimizin yazlık siteleri oluşmuştur.
Bunların dışında Danimarka’da ve Almanya-Frankfurt’ta köylülerimizden oluşan yoğun bir nüfus yaşamaktadır. Örgütlü yaşamın gerekliliğine inanan köylülerimiz bulundukları yerlerde dernekler ve spor kulüpleri kurarak toplumsal yaşamın gereği olan birlik, dayanışma ve yardımlaşmayı amaç edinmişlerdir. Bugün Çorum’da „Kuşsarayspor“, Ankara’da „Kuşsaray Dayanışma Derneği“, Almanya-Frankfurt’ta „Kuşsaray Dayanışma Derneği“ ile bir spor kulübü ve Danimarka’da köylülerimizce kurulan ve yürütülen 4 adet kültür, dayanışma, dostluk dernekleri vardır. Bu dernekler ve köy ihtiyar heyeti arasında uyumlu bir yaşam ve iletişim sürdürülmektedir.